Michael Moore – Muhalif bir kamera

-
Aa
+
a
a
a

Başak Ekim

Michael Moore, gazeteci yazar ve belgesel sinemacı kimliği ile Amerika’nın en özgün muhalif seslerinden biri. Kamerası ile Amerika’nın büyük şirketlerin CEO’larının kapılarını çalıyor ve onları hiç hoşlanmadıkları sorulara maruz bırakıyor, kalemi ile Bush hükümetini yerden yere vuruyor. Bazı eleştirmenler onun muhalefet üslubunu Chomsky’ye benzetirken, bazıları işçi sınıfının entelektüeli olarak nitelendiriyorlar.

Michael Moore’un son belgesel filmi, Benim Cici Silahım (Bowling for Columbine) İstanbul sinemalarında gösterime girdi. Film, Amerika’da kontrol edilemeyen boyutlara ulaşmış bireysel silah kullanımı üzerine bir anlatı olmak ile birlikte, aslında Amerikan toplumunda sürekli pompalanan tehdit ve korku kültürünü ve ırkçılığı gözler önüne seriyor. Amerikan liselerindeki silahlı saldırı olaylarını; gözü dönmüş silah lobicilerini; televizyon programlarında suçlu zencileri yakalayan kahraman beyaz polis görüntülerini, kara bir mizah ile hikâyelendiriyor film. Moore, Amerika’nın desteklediği çatışmalar, başa getirdiği diktatörler, ülkelere yağdırdığı bombalar ile körüklediği küresel şiddeti, ülke içindeki şiddet kültürüne bağlıyor. Amerikalılara sürekli verilen mesaj şu: Çevrenizdeki herkes ve herşey sizin hayatınız için tehdittir; kendinizi koruyun ve gerekirse vurun…

Aktivist kamera

Moore’un belgesel sinemasını özgün kılan yönlerinden biri idealist ve aktivist yaklaşımı. Moore, kapitalist sistem ve araçları ile alay ederken, bir yandan da değiştirmeye çalışıyor. Ezilenlerin ve haksızlığa uğramışların sesi ve yüzü olan kamera, adil olmayanı değiştirmek için çalmadık kapı, girmedik delik bırakmıyor. Benim Cici Silahım’da, Moore, Columbine lisesindeki silahlı saldırıda yaralanmış iki genci buluyor. Gençlerden biri tekerlekli sandalyeye mahkum, diğeri zor yürüyor ve ikisi de vücutlarında saldırıdan kalan mermileri taşıyorlar. Vücutlarındaki mermiler, Amerika’nın en büyük mağaza zincirlerinde biri olan Val Mart’dan alınmış. Moore ve iki genç Val Mart’a gidip, mermi satışını durdurmalarını istiyorlar. İlk gidişlerinde kibar bir şekilde uzaklaştırılıyorlar. Mağazadaki tüm mermileri satın alıp basını da yanlarına alarak Val Mart’a ikinci kez gidiyorlar. Köşeye sıkışan Val Mart, onların bile beklemediği bir açıklama yapıyor: Mağazalarındaki mermi satışına kısa süre içinde tamamen son verilecek.

90’larda Moore’un aktivist kamerası büyük şirketlerin adil olmayan çalışma koşullarına ve işçi çıkarmalarına odaklanıyordu. 1989 yılı yapımı belgesel filmi Roger and Me’de, bütün amacı General Motors’un CEO’su Roger Smith’e ulaşmak. O yıllarda General Motors, Michigan’ın Flint şehrindeki fabrikasını küçülterek sürekli işçi çıkartıyordu. Kâr etmesine rağmen Smith, daha fazla iş imkanı yaratmak yerine, Meksika ve Asya’da yeni fabrikalar açmak ve silah fabrikası olan Hughers Craft’ almak yoluna gidiyordu. Moore’un amacı, Roger Smith’i Flint’e götürüp durumun vehamitin göstermek ve fikrini değiştirmek. Başarılı olamıyor. Roger Smith Flint’e gitmiyor, 40 binin üzerinde kişiyi işsiz bırakarak, Flint’i hayalet bir şehire dönüştürüyor.

Aptal beyaz adamlar...

Roger and Me’de Roger Smith’i konuşturmayı beceremeyen Moore bir sonraki belgesel filmi The Big One’da (1997) da yine büyük şirketlerin CEO’larının peşine düşüyor. 90’lı yıllar Amerikan ekonomisinin parlak bir dönemi. Fakat, kâr eden büyük şirketler küçülmelere gidiyorlar ve üretimlerini ucuz işçiliğin sağlandığı Asya ve Latin Amerika ülkelerine taşımaya başlıyorlar. Moore, BBC’nin finansal destek sağladığı The Big One filminde de, bıkıp usanmadan büyük şirket patronlarının kapılarını çalıyor. Kendisi ile görüşen çıkmıyor. Sonunda Nike’ın CEO’su Paul Knight -belki Moore’u fazla ciddiye almadan- görüşmeyi kabul ediyor. Söyleşide Moore, Nike ayakkabılarının Endonezya’da 14 yaşındaki kızların çalıştığı fabrikalarda üretildiğini iddia ediyor. Knight ısrarla reddediyor ve çekimden sonra söyleşi bandını satın almak istiyor. O dönem Nike’ı mercek altına alan sadece Moore değil. Garry Trudeau da çizgi romanı Doonesbury’de Nike’ın kötü çalışma koşullarını konu alıyor. Moore’un belgesel filmi The Big One, 1998’de Amerika’da gösterime girdikten bir ay sonra, Nike Asya’daki fabrikalarında minimum çalışma yaşını 16’ya çıkaracağını ve Amerika’daki fabrikalarda uygulanan sağlık ve güvenlik standardlarının Asya’daki fabrikalarda da yerine getirileceği açıklamasını yapıyor.

Moore’un kalemi de, kamerası kadar keskin bir muhalefet yapıyor. Son çıkan kitabı (kitap Türkçe’ye çevrildi ve Babiali Kültür Yayıncılığı tarafından yayımlandı) Aptal Beyaz Adamlar’da Bush hükümetini yerden yere vuruyor. Kitabın Amerika’daki yayıncısı Harper Collins, kitabı 10 Eylül 2001’de basıyor. 12 Eylül’de kitabı dağıtıma sokamayacağı mesajını Moore’a iletiyor. Gerekçesi ise, Bush ile ilgili yazılanları böyle bir dönemde basamayacakları ve kitabın neredeyse yarısını yeni baştan yazması gerektiği. Ayrıca değişiklikleri yaptıktan sonra, 50 bin kopyayı tekrar basmaları için $100,000 vermesini istiyorlar.

  Moore Charlton Heston'a karşı (Çizim: Latuff)

Moore kitapta bir kelimeyi dahil değiştirmeyeceğini söyleyip çekilecekken, kitabın dağıtımının yapılmayacağı haberi yayılmaya başlayınca, kütüphanler Harper Collins’e protesto yazıları yollamaya başlıyor. Yayınevi en fazla kitap satın alıcısı konumunda olan kütüphaneleri kızdırmayı göze alamayarak kitabı basıyor. Aptal Beyaz Adamlar 34 hafta boyunca en çok satan kitaplar listelerinden inmiyor. Moore’un kitabında aptal beyaz adamlar şöyle tanımlanıyor: “Düşünün şimdi: Babalarının politik görüşlerini ve tabii karizmasını devralan ve kendi aralarında bölüşen Bush kardeşler. Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Spencer Abraham ve Bush’un kendisini desteklemeleri için ihya ettiği diğer üçkağıtçılar. Fortune 500’ün CEO’ları. Hollywood’a ve beş yüz televizyon kanalına sahip olan sihirbazlar; Allah kahretsin, Allah kahretsin yukarıda ozon tabakası bozulmaya devam ederken yeni arabasının üzerinde 15 mpg işaretini gören ve ‘eh fena değil’ diyen orta halli Joe’lar. Evet, yeryüzü bu aptallar tarafından işgal ediliyor.”

İşçi çocuğu

Moore işçi bir anne ve babanın oğlu. 22 yaşında sadece bir gün çalıştığı fabrikadan ayrılıp, doğup büyüdüğü şehir olan Flint’de Flint’s Voice isimli alternatif gazete ile gazetecilik hayatına başlıyor. Roger and Me belgesel filmi ile ilk çıkışını yapan Moore, belgesel filmleri ve kitapları yanında Emmy ödüllü Awful Truth ve TV Nation isimli televizyon dizilerinin yaratıcısı. Türkiye’de bağımsız film festivalinde gösterilen ve bugün vizyona giren en son belgesel filmi Benim Cici Silahım 2002 yılında Cannes Jüri Özel Ödülüne layık görülüyor. Cannes’da ödül alan ilk belgesel.

Politik bir aktivist olaral görülen Moore kendisini demokratik bir toplumda yaşayan bir yurttaş olarak algılıyor ki, bu da beraberinde politik tavrı getiriyor ona göre. Sosyal çarpıklıklara ışık tutarak yurttaşlık görevini yerine getirdiğini söylüyor. Moore için şiddet kültürünün yereli, küreseli yok. Yerelde beslenen ve büyüyen şiddet daha da güçlenerek küresel de şekil buluyor. 20 Kasım 2002’de Phil Donahue ile yaptığı söyleşide Irak savaşı ile ilgili şunları söylüyor:

“Bize küçük yaştan itibaren, sorunlarımızın çözümü için şiddet kullanmanın mubah olduğu öğretiliyor. Amerikalılar olarak mantığımız önce vur, sonra sorgula şeklinde. Hiç bir ülkenin silaha düşkün olmadığı kadar silaha düşkünüz biz. Hadi silaha sarılalım ve sorunlarımızı çözelim. Sadece bireysel düzeyde demiyorum. Bu aynı zamanda siyasi ve küresel bir olgu. Bugün Irak’ta olacaklar. Oval ofiste oturan adamlar, canları bomba atmak istiyor. Daha fazla denetlemeye ihtiyacımız yok, önce bombayı atalım, sonra silahları var mı yok mu bakarız diyorlar. Bu Amerikan tarzı bir yaklaşım ve ben bunu sevmiyorum. Ben bir Amerikalıyım o bombaların parasını ödüyorum ve bu savaşın durdurulmasını istiyorum. Evet, durdurulmasını istiyorum.”